adalet tanrıçası kabartma

adalet tanrıçası kabartma
adalet tanrıçası kabartma

27 Eylül 2011 Salı

gelin kaynana atışması

Gaynanamın adı Hürü,
Kör olsun gözünün biri,
Goca donuz benden diri,
Ganyana, kalk gelin oyna.

Gaynanamın adı Fatma,
Gaşları var çatma çatma,
Goca donuz yerde yatma,
Ganyana, kalk gelin oyna.

Galaylı güğüm gapağı,
Gaynatam helva topağı,
Görümcem Bursa İpeği,
Gaynanam gapı köpeği,
Gaynana…

Bunun üstüne kaynana öyle bir cevap veriyor ki gelin bir daha ağzını açamıyor;

Emir gelin, demir gelin,
Ne buyurdun gemir gelin,
Oğlanı ben doğurdum,
Gel götümü gemir gelin…

15 Eylül 2011 Perşembe

İhtiyar Çöpçü Hikayesi

İhtiyar Çöpçü Hikayesi
İhtiyarlığa adım atalı çok olmuştu. Gözleri dalgalara takılmış halde, iyi kötü yönleriyle geçmişi düşünüyordu. İnsanlığa karşı pek güveni kalmamıştı.

İyilik yaptıkça nankörlük gördüğünü düşünüyordu. Çoğu kişinin kendisine "enayi" gözüyle baktığını da biliyordu. Fakat karşılıksız iyilik yapmaktan vazgeçmiyordu. Çünkü kendisini hayata bağlayan çok az değerden birisi de, kendisine olan saygısıydı. Onu da kaybederse , herşeyini kaybetmiş olacağını düşünüyordu.

İhtiyar adam kayalıkların üzerinden yavaşça doğruldu, denizin kenarına atılmış kırık içki şişesi gözüne takılmıştı. İçki içmezdi ama görüp de almazsa ve bu kırık şişe birine zarar verirse vicdan azabı duyacağını düşündü.

Onun şişeyi yerden aldığını gören biri kız, biri erkek iki genç gülüştü. Erkek ; "-Çöpçü herhalde. " dedi. İhtiyar adam herkesi hoş görmeye çalışırdı, özellikle gençleri ama yine de gencin, kendisi hakkında arkadaşıyla şakalaşırken biraz sesini alçaltmamasına, kendisinin duymaması için gayret etmemesine canı sıkılmıştı.

İhtiyar kırık camları atmış dönerken, gençlerin az önce kendisinin oturduğu kayalarda, azgın dalgalara karşı şakalaştığını, birbirini itekler gibi yaptığını gördü. Biraz daha uzakta bir kayaya gidecekti ki, birinin denize düşme sesi ve çığlığı kulaklarında çınladı. Kız düşmüştü, . Sportif yapılı gencin hemen atlayıp kızı kurtarmasını bekledi. Fakat kayadan kayaya telaşla koşan genç atlamaya cesaret edemiyordu.

Genç ne yapacağını bilemez halde dalgaların uzaklaştırdığı kız arkadaşına bakıyor, bağırıyordu. Sağa sola deli gibi koştururken, hemen yanından birinin denize atladığını duydu, bu az önce dalga geçtiği ihtiyar adamdı.

İhtiyar adam dalgaların tüm zorluğuna rağmen, güçlü kulaçlarla kıza yetişti, saçlarından yakaladı kayalara doğru çekti. Kayalara yaklaştığında kıyıdaki genç, kızı yakalayıp önce yukarı, sonra sahile çekti. İhtiyar adamı o anda unutmuştu bile. Birden aklına gelip denize doğru baktığında ihtiyar adamın hala çıkamadığını gördü.

İhtiyar kollarında derman kalmamış halde, kendisini kıyıdan koparmaya çalışan dalgalara kendini bıraktı. Genç çılgına döndü, sevdiği kızı kurtaran , az önce dalga geçtiği ihtiyar gidiyordu. Kısa zamanda büyük şeyler olmuştu hayatında.

Hayatta en çok sevdiği kişiyi kurtaramamış, başkası kurtarmıştı ve o da şimdi kendisinden özür bile dileyemeden, boynuna tüm utançları takarak sonsuza dek gidiyordu.
Kendine tam gelememiş kız , gencin Sulara atlayışına baktı bağırdı ama nafile. Oysa arkadaşının kendisi kadar bile yüzemediğini iyi biliyordu.

Genç erkek tüm çabasına rağmen ihtiyara yaklaşamamıştı bile , dalgaların üzerinde boğulan değil, sanki dinlenen biri gibi duran ihtiyar da sanki gülümsüyor gibiydi. Genç bir anda ihtiyardan daha çok kıyıdan uzaklaştığını farketti. Bitiyordu herşey. "Gerçekmiş demek ki " diye düşündü, hayatı, arkadaşları , sevdikleri hızlıca gözlerinin önünden geçiyor gibiydi. İnsan ölüme yaklaşınca böyle oluyormuş. Su yutuyordu ama mücadeleyi bırakmıştı.

7 Eylül 2011 Çarşamba

KERİZ FENERİ GERÇEKLERİ

KERİZ FENERİ GERÇEKLERİ...







Neler görüyoruz.
Deniz Feneri karanlığında “savcı kıyımı” DA yaşadık.
Bunu DA gördük.
Bayramı bile beklemediler.
Savcıları görevlerinden aldılar.
3 savcı 3 yıldır çalışıyordu.
Belge, bilgi, kanıt topluyordu.
Bayramdan sonra yeni tutuklamalar gelecek ve “Deniz Feneri soygununun Türkiye ayağındaki işbirlikçiler, bavulla para taşıyıcılar, para buharlaştırıcılar, onları koruyanlar” DA iddianameyle Türk Adaleti’nin önüne çıkartılacaklardı. Alman savcılarının sorguladığı, Alman polis komiserinin izlerini sürdüğü, Alman mahkemesinin belgelere dayanarak; “bunlar yoksular, kimsesizler, sahipsizler için toplanan paraları buharlaştırmış servetlerini büyütmüşlerdir” diyerek hapse koyduğu isimlerin hepsi Türkiye’deki iktidar partisinin kurucularının ve şimdiki bakanlarının tanıdığıydı.
Sadece Zahit Akman değil.
Tamamı fikirdaştı.
Tamamı arkadaştı.
Tamamı partidaştı.
***
Deniz Feneri soygunu dosyasının takipçisi 3 savcısı için; “çok kritik bilgilere ulaşıldı, bayramdan sonra ucu gelip iktidar partisine kadar uzanacak yeni tutuklamalar olabilir” diye haberler yazılıyordu.
İşte bu 3 savcı görevden alındı.
Yandaş gazeteler haberi yazmıyor.
Yandaş kalemler kör, sağır.
Tarafsızlığa yatanlar dilsiz.
Savcı kıyımını önemsemediler.
Yargı esir alındı izlenimi var.
Bunun sonu faşizme gider.
Onlar haberi küçülttüler.
Oysa Deniz Feneri soruşturmasını 3 yıldan beri sürdüren savcılar; Nadi Türkaslan, Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz, bayramdan sonra “şüphelilere işyerlerinde arama yapılacağı bilgsini veren 3 kamu görevlisinin evlerine, işyerlerine operasyon yapmaya” hazırlanıyorlardı.
Savcılar bir firma saptamışlardı.
Firmadaki kayıtlar çok netti.
Paralar yoksullara gitmemişti.
Kişisel servetlere dönüştürülmüştü.
Bu bilgiler firmanın kayıtlarında unutulmuş silinmemişti. Bu DA Almanya’daki soygunla Türkiye’dekilerin bağlantısını kanıtlıyordu. Savcılar arama kararı çıkartmışlar fakat bir kamu görevlisi(muhtemelen Adalet Bakanlığı’nda görevli biri) bu bilgiyi edinmiş, İç Anadolu bölgesinde belediyelerden birinin AKP’li belediye başkanına aktarmış. Bu belediye başkanı DA soygunda kilit rol oynadığı iddia edilen bir TV kanalının başkanına bu bilgiyi ulaştırmıştı.
***
Savcılar Bayramı beklediler.
Belediye Başkanı tutuklanacaktı.
Bakanlık köstebeği de yaklanacaktı.
Gazeteler; bunların iktidar partisi ile bağlantılarını yazacak, TV’ler de haber yapacaklardı. Toplum DA bilgilenecek ve “adalet” isteyecekti.
Fakat savcılar kıyıma uğradı.
3 savcıdan biri olan Savcı Mehmet Tamöz, “Mesleğimi kimseye yaranmak için yapmadım. Yaranmak yerine limon satmayı tercih ederim” dedi.
Savcı daha NE söylesin?
İşte adaletin bittiği yer.
Yargı içinde “yaranma duygusu” hakim olmuş ki, görevine son verilen savcı, halk anlasın diye “Savcılığımı kimseye yaranmak için yapmam. Yaranmak yerine limon satıcısı olurum daha iyi” sözleriyle dile getiriyor.
***
Almanya basını adını koymuştu.
Yüzyılın soygunu demişti.
Bakanların adı geçiyordu.
Danışmanların adı söyleniyordu.
Binalar alınmıştı.
Şirketler kurulmuştu.
Gemi sahibi olunmuştu.
Bina sahibi, şirket sahibi, gemi sahibi olanların geçmişleri “çulsuz-parasız- becerisiz” kimseler diye anlatılıyordu. Para transferleri bu “çulsuz-parasız-becerisiz şüphelilere” yapılmıştı.
Alman Adaleti görevini yapmıştı.
Türk Adaleti de yapsın istiyorduk.
Çok şey MI istiyorduk!
Önce fener karartıldı.
Karanlıkta savcılara kıyıldı.
Bu ancak faşist düzende olur.
Necati Doğru
29 Ağustos 2011

5 Eylül 2011 Pazartesi

2 Eylül 2011 Cuma

Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun sohpeti

Cunda'da yaz akşamı.

Terastan inci gibi Ayvalık gözüküyor.

Bu fikir, sayfayı yöneten arkadaşlarımızın fikriydi. Bir birimize beşer soru soracaktık. Postal'ı içeri kapattık çünkü Emin Çölaşan köpekten korkuyor. Postal ise camdan bakıyor, onu koklamakta kararlı. Bu nedenle röportajımız sık sık Emin Çölaşan'ın “Kapıyı açıp da gelemez, değil mi?” sorusu ile kesiliyor.

Biz çok eski iki arkadaşız.

Kaderlerimiz de birbirine benziyor.

Hemen hemen her iktidar döneminde (zaman bizi çok çok haklı çıkartsa da) dilimizin faturasını ödeye ödeye geldik.

Emin Çölaşan Hürriyet'den kovulduğu gün ben buna “Kürek Arkadaşlığı” demiştim.

Doğrusu içimizde ince birer sancı, kafalarımızda endişeler, çok da keyfimiz yok.

İşte Facebook dostları için çapraz röportajımız:

*

BC: Bir süredir halkın arasındasın, ne gördün?...

EÇ: Herkesi kötümser gördüm. Plajda, kahvehanede, çarşıda, şehirde, kasabada insanların morali bozuk. Büyük bir karamsarlık havası var.

BC: Bir de senin asık yüzünü görünce...

EÇ: Sadece bir kişiyi iyimser gördüm. Urfalı bir garson, gelmiş burada çalışıyor. O acıkça “AKP ye oy verdim, çünkü yaptıklarını beğeniyorum” dedi..Ama herkesin morali bozuk, insanlarda bir endişe, bir umutsuzluk var.

BC: Peki bundan sonra ne olacak, böyle mi gidecek?..

EÇ: İnsanlar bana bunu çok soruyorlar “Emin bey nereye gidecek bu iş?” Herkes büyük merak içinde. Bu nereye varacak?Benim görüşüm yargı, medya, TSK, parlamento, bağımsız kurumlar kuruluşlar dahil her şeyi bitirdiler bu adamlar. Herkes sindi, sessizleşti. Mesela işçilerin durumu ortada, bir tek grev duyan var mı? Üniversiteye girmek isteyen iki milyona yakın gencin başına gelen ortada; tepki gösteren oldu mu? Tek parti, devletin tüm kurumlarını ele geçirip bitirdiler. Böyle olunca tünelin ucunda herhangi bir ışık görülmüyor. Herkes bize soruyor, insanlara yalan söylemenin bir anlamı yok. Soranlara “valla biz de bilmiyoruz” diyorum. Ama burası Türkiye, her şey olabilir.

BC: Yani cumhuriyet kaybetti, öyle mi?..

EÇ: Ne yazık ki öyle, cumhuriyet kaybetti. Böyle giderse daha da kaybedecek, daha beter olacak. Ne yazık ki bilmediğimiz bir Türkiye varmış. Cumhuriyet rejimi bu bilmediğimiz Türkiye'ye özgürlük, bağımsızlık, kimlik, onur, şeref verdi. Ama o bilmediğimiz Türkiye, cumhuriyete sahip çıkmadı. İçim yanarak söylüyorum ama, gerçek bu...

BC: Sağ ol Emin, moralimiz bozuktu, çok iyi moral verdin yani...

*

EÇ: Sen ne hissediyorsun?..

BC: Kırgınlık...İnsanlara güvenimi yitirdim. Çevreme şüpheyle bakıyorum. Hani benim okurlarım ayrı (onları zaten tanırım); Ama bir kalabalıkta, açık bir yerde diyelim ki beş-on kişi varsa, onların en az yarısının bizi kandırdığını düşünüyorum. Denize, ormana, şehirlere,kasabalara bakarken artık heyecanla “bu benim memleketim” diyemiyorum. Bu rahatsız edici, dahası kahredici bir duygu. Ama böyle...

EÇ: Aynı soruyu ben de sorayım; böyle mi gidecek?..

BC: Böyle gitmeyecek. Ben sana göre daha iyimserim. İyimserliğim, aslında halka olan güvensizliğimden. Ne yapacakları belli olmuyor. Şimdi herkes “Tayyipçi” gözüküyor ya, 12 Eylül'de herkes “Evrenci” olmuştu: yüzde 92 ile... Sonra “Özalcı”, arkasından “Tansucu” oldular. Bıyıklara sormalı...Bıyıklar ha bire şekil değiştirir bu ülkede. 12 Eylül'de ve Tansu Çiller döneminde kesilen bıyıkları hatırla. Hava değişsin, badem bıyıklar gider. Özellikle badem bıyığı sonradan bırakan o akademisyenler, bürokratlar, valiler, iş adamları...Daha açıkçası; cumhuriyetin aydınlık insanları hariç, döneklerin dönekliğine de güveniyorum ben...Misal medya: AKP bir sallansın, bak nasıl pata-küte vurmaya başlarlar.

EÇ: Ama sen “Abbas yolcu” da diyordun?..

BC: Yine söylüyorum. Bu cumhuriyeti Abbas'a bırakmazlar. Her şeye rağmen bizi çevirip ne olacağını soran bu bilinçli insanlar, bu cesur gençler, bu cıvıl cıvıl çocuklar, bu yürekli kadınlar...Tamam her iki kişiden birisi oy verdi ama, her iki kişiden birisi de oy vermedi...Onca baskıya, tehdide, rüşvete, avantaya, beleşe, santaja, korkuya rağmen bunları istemeyenler...Dikkat et bak, bütün kahvehanelerde Atatürk fotoğrafları asılı, git Atatürk'e bir laf söyle bakalım. Bir küçük kırılma noktasına bağlı. Bir anda, ya da her an gider Abbas...

*

BC: Medya en kaygan zemin, en güvenilmez alan. Medyanın son halini nasıl yorumlarsın?

EÇ: Medyanın hali tam bir rezalet, tam bir satılmışlık ortamı. Mesleğimizden utanır olduk. Bizim liboş, yandaş, yalaka adam dediğimiz ne kadar adam varsa paraşütle indirip ya köşe yazarı yaptılar, ya yönetici. Bütün medyayı ele geçirdiler. Bunların aleyhine bir satır yazacak kimse kalmadı. Bir bakalım şöyle; Sözcü, Cumhuriyet, Aydınlık,Yeniçağ ve Birgün dışında bunların aleyhine tek satır yazacak, eleştirecek kimse yok. Televizyonlara bakalım; hepsi Tayyip'in sesi...Aydın Doğan'ın televizyonları, gazeteleri; Turgay Ciner'in televizyonu, gazetesi... Mehmet Emin Karamehmet... Buna Erdoğan Demirören'i de ekle...Hükümeti karşılarına alamazlar. Çünkü her şey Tayyip'in iki dudağı arasında.

BC: Ama toplum kendi medyasını yarattı. Milyonlarca insan internet üzerinden haberleşiyor. Çok güzel yazılar yazılıyor, karikatürler, şiirler, fotoğraflar yayınlanıyor. Bana da köşe yazısı yazıp yazıp gönderiyorlar. Normalde benim yazı yazmam gerekmez mi?.. Ama bunu daha çok medyayı ortada göremeyince yapıyorlar...Facebook, Twitter...Seni de davet ediyorlar aralarına, “Emin abi niye bize katılmıyor?” diye soranlar çok fazla.

EÇ: Haklısın güzel bir ortam. İyi muhalefet yapılıyor. İnternet medyası tabi ki güçleniyor. Ama bence gazetelerin televizyonların yerini tutmaz. Diyelim ki insanların, senin gazeten Cumhuriyet'i, benim gazetem Sözcü'yü şöyle ellerine alıp okumaları başka bir olay. Bir de asıl önemlisi internet Erzurum'un köyüne ulaşmıyor ki... Onlara Fethullah'ın gazetesi bedava gidiyor.

BC: Sen televizyonlarda konuşuyordun,şimdi çağırmıyorlar mı?..

EÇ: Tık yok. Sıfır, sıfır...Ben bir yıldır sıfırdayım arkadaş... Kim çağıracak? Ödleri patlıyor. Dört tane cesaretle muhalefet yapan televizyon vardı: Ulusal Kanal, Kanal Türk, Kanal B ve ART...Dördünün de sahibini içeri attılar. Bu bir tesadüf olabilir mi? Nerede çıkıp konuşacaksın, bizi çağırıp konuşturmayı kimin yüreği yer?

*

BC: Yanıldık diyorsun?

EÇ: Öyle tabi... Sen de daha az oy alacaklarını düşünüyordun.

BC: Bu kadar da beklemiyordum doğrusu; O türküyü dinleyinceye kadar... Bir türküdür deyip geçme. Müzik mızrak gibidir, saplanır kalır. Onun için kur yaptığımızda şarkı tutarız: o senin, bu benim. Söyleyemediğimizi şarkı söylesin diye... Kızlarla şarkı tutardık, benim şansıma hep “Yeşil ördek gibi daldım göllere” çıkardı. Aşk başladığında ortak şarkı ediniriz, bağı güçlendirmek, elden kaçırmamak için. Müzik öyle güçlüdür ki... O zaman kablo-mikrofon olmadığı için Osmanlı, mehter takımını savaş alanına götürürdü. Müziği duyunca ölüme gider insan. Seçime az kalmıştı, o sabah kahvaltıda ilk kez duydum: “bi daha, bi daha” diyordu. Andree'ye “AKP malı götürdü” dedim. İki gün sonra uyandığımda sabah benim dilime takılmıştı o müzik. O günlerde bir okurum aramış “Bekir bey bu türkü iç sesim oldu, nefret ediyorum ama atamıyorum” demişti. Bir de kararsız Anadolu seçmenini düşün sen...Tasavvuf müziği o, makamı hüseyni. Aslında müziği, dergah müziğinden yürütmüşler...Ama AKP'ye 4-5 puan getirdi, yani 25-30 milletvekilliği demektir bu...

*

BC: “Turgut nereye koşuyor” kitabın çok satmıştı, o yılları anlatan bence en önemli belgedir. Şimdi “Tayyip nereye koşuyor?” diye bir kitap yazmayı düşündün mü?..

EÇ: Zamana bağlı, zaman olursa yazacağım...

BC: Aslında kitabın adı “Türkiye nereye koşuyor?” olmalı...

EÇ: “Turgut nereye koşuyor?” bunların yanında sıfır kalır...Bu zamanda öyle çok malzeme var ki...

BC: Sende ansiklopediler gibi cilt cilt yaparsın...

*

BÇ: Bunu okurlar sordular ikimize birden: “sizi Hürriyet'e geri çağırsalar gider misiniz?”

EÇ: Asla gitmem, bugünkü Hürriyet'e gitmem. Ama eski Hürriyet olsaydı seve seve giderdim. Sen gider miydin?

BC: Çağırmazlar zaten, zar zor kurtuldular bizden. Ayrıca tabi ki gitmem. Cumhuriyet'in belki tirajı düşük ama büyük gazetedir her zaman. İktidarlara yakın durmak için tek satır yayınlanmaz Cumhuriyet'te. Başın dik dolaşırsın her yerde.

*

BC: Hadi sana bir moral sorusu; bir adaya seni kapatmaya kalksalar, deseler şunlardan birisini yanına almak zorundasın, buyur seç:

a-Fehmi Koru

b-Mehmet Ali Birand

c-Bülent Arınç

d-Jennifer Lopez.

EÇ: Eeee Jennifer'i tercih ederdim yani sende...

BC: Fehmi Koru olsa tekne yapardınız halbuki...Mesela sen tahtaları keserken, Fehmi Koru oturmuş yelkenin kenarını dikiyor...

EÇ: “Fehmiciğim şu çivileri ver” diyorum ben...

BC: En önemlisi o tekne yüzüyormuş...Fehmi ile Emin'in teknesi...Adadan kurtulup da Karaköy iskelesine yanaştığınızı düşünüyorum. Sen dümeni tutmuşsun, Fehmi yandan tombul ayaklarını suya sarkıtmış...

EÇ: Allah düşürmesin...

BC: Öyle deme ama...Bak Başbakan Somali'yi kurtarmaya giderken kimi aldı yanına: Ajda Pekkan'ı...

EÇ: Tam bir rezalet arkadaş...

BC: Şimdi sen Araplara demokrasi götürmesini de beğenmezsin...

EÇ: Orada büyük bir dümen var. Mesela Suriye'ye demokrasi götürüyor derken, oralarda baş kaldıranlar Müslüman kardeşler, İslamcı tipler. Mısır'da keza, işte turistlerin bikini, mayo giymesine yasak getiriyorlar. Libya da Kaddafi bir opera soytarısıydı ama isyancılar islamcı. Bu, 'demokrasi götürüyoruz' ayağının arkasında hep bu var: ABD, Büyük Ortadoğu Projesi, Tayyip, eş başkanlık bilmem ne...

*

BC: Muhalefet?..

EÇ: Muhalefet yok. CHP kendi halinde, kendi çizgisinde kör topal giden bir parti. MHP 'yi ise AKP'nin stepnesi olarak görüyorum.

BC: İşte yolun bittiği yer burası. Muhalefet yoksa kiminle indireceksin bu iktidarı. MHP'nin durumu anlaşılabilir belki. Çünkü onlar AKP ile tek partidir aslında. Ama CHP'yi kimse anlayamıyor. Ve hala sırtlarındaki vebalin farkında değiller. En az AKP kadar, tarihin hesap soracağı CHP'dir. Bizim de elimiz yakalarında olacak. Mesela şu sırada Somali'de ne işleri var, anlamış değilim. Peki, bizim gibi düşünen insanlar, ne yapmaları gerektiğini soruyorlar bize...

EÇ: Toplumun bir kesimi var ki onlara bir şey söylemenin faydası zaten yok. Şu din sömürücüleri tam onlara göre. Zaten birbirlerini buldukları için iktidar sürüyor. Bir de yalaka kesimi var, onlar çıkarları için her şeyi yaparlar, ne söylesen yine faydası yok. Ama samimi Atatürkçüler, cumhuriyetçiler tabi ki teslim olmayacaklar.

BC: Ben de aynı şeyi söylerim. Dünya yuvarlaktır diyen adam tek başınaydı. Doğrudan, gerçekten ve haklıdan yana olanlar er geç kazanırlar. Moralimiz bozuk olabilir, canımız sıkılabilir, kimimiz kendimizi yalnız hissedebiliriz, kimimiz daha ağır faturalar ödeyebiliriz. Ama çocuklarımızı çağdaş bir ülkede büyütmekten vazgeçersek, bu büyük günahtır.

Kimi zaman yüksek bir yere çıkıp toplumun umursamaz ve duyarsız kesimine bağırmak geliyor içimden:

“Bu cumhuriyeti kurup, bu günlere getiren her şey yok edilirken alkışladınız;Hukuksuzluğu, zulmü, sahtekarlığı onayladınız; Zaman geldi Atatürk'e bile kıydınız...

Bari çocuklara kıymayın!"



(Editör: TUĞBA ŞIK)

Emin Çölaşan'ın Bekir Coşkunla yaptığı röportaj